İzmir’ in kavurucu sıcağında halen şehir merkezinde kalmakta direnen bir kaç martı, bir kaç kedi, bir kaç köpek ve yine bir kaç insanoğlundan biriydik.
Salon öğleden sonra almaya başladığı güneşin etkisiyle çok sıcaktı. Klipsli vantilatörün dönerken çıkardığı ses ise bir süre sonra delirtici bir etki yaratıyordu…
Bilgisayarımın başına tekrar oturdum, iki gün içerisinde çıkacağımız Kütahya seyahatimizde, yıllar sonra görmeyi çok istediğim Simav ve çevresine ilişkin rotamızı belirlemeye kararlıydım.
Google Earth ve Haritalar üzerinden gideceğimiz rotayı incelerken iki farklı ana güzergahı kullanarak Simav’ a varabileceğimizi gördüm. Bir tanesi üzerinden gitmeyi, diğeri üzerinden de dönmeyi hayal ettim (aşağıda bahsettiğim rotayı görebilirsiniz)
Aşağıdaki ekran alıntısında koyu mavi renkle görülen yoldan simava gidecek, açık mavi renkli yoldan da geri Kütahya’ ya dönecektim.
Klavyem sanki eriyordu, parmaklarım sıcak çikolataya bandırılıyor gibiydi.
Yolda geçeceğim beldeleri incelemeye başladım, birçoğundan onlarca defa geçmiştim, çoğunun içine girmiş, sokaklarında yürümüş, güzel enerjilerinden faydalanmıştım.
Şimdi geri dönmek ve teşekkür etmek zamanıydı belki de? Beni yetiştiren topraklar oldukları için, suyundan, sütünden, havasından beni faydalandırdıkları için, gözetip, kolladıkları için…
Bir yandan böyle karmaşık duygusal bir yoğunluk içerisinde harita üzerinde dolaşırken, bir şey dikkatimi çekti; koyu mavi renkli rotada aşağıda
“Abide” ayrımından Simav’ a doğru saptıktan hemen sonra biraz yukarı doğru “Şaphane” ilçemizi gördüm. En son küçük bir çocukken oraya gittiğimi hatırlıyordum, yolumunda üstü, yeniden ziyaret etsem ne güzel olur düşüncesi ile Şaphane’ yi de yolculuğumuza dahil etme kararı aldım.
Haritayı çekiştirip sağa sola bakarken Şaphane’ nin merkezindeki meydanda büyük bir yapı dikkatimi çekti. Yaklaştırdığımda isminin “Koca Seyfullah Camii” olduğunu gördüm.
Biraz hakkında araştırınca çok eski bir yapı olduğunu, taşıyıcı sisteminin tamamen ahşap olduğunu, çok büyük bir deprem olan 1970 Gediz depremini bile atlatarak sağlam kaldığını, duvarlarındaki işlemelerin diğer camilerde gördüklerimden çok farklı olduğunu gördüm ve kesinlikle Simav
rotasına dahil etmeye karar verdim.
İçimde bir ses bu yapıyı mutlaka görmem gerektiğini söylüyordu, çocukluğumdan beri duyduğum fakat çoğu zaman kulak vermediğim bu sesi dinlemeye başlayalı kısa bir süre olmuştu ve her söylediği benim yararıma oluyordu, bu kalbimin sesiydi.
Rota oluşmuştu, yola çıktıktan sonra gelişebilecek sürprizlere her zaman açıktık, hiç bir şeyin tesadüfen gerçekleşmediğine olan inancımız içimizi heyecan ve mutlulukla dolduruyordu.
Bu yolculuk ta tesadüf değildi ve sürprizler bizi bekliyordu. Bunu sonradan anlayacaktık. Karşılaştığımız sürprizleri daha sonraki gönderilerimde sizlerle paylaşmayı planlıyorum. Kalın sağlıcakla.
Rota oluşmuştu, yola çıktıktan sonra gelişebilecek sürprizlere her zaman açıktık, hiç bir şeyin tesadüfen gerçekleşmediğine olan inancımız içimizi heyecan ve mutlulukla dolduruyordu.
Anadolu coğrafyasındaki bazı yerleşim yerleri, zamanla büyümeleriyle birlikte idarî anlamda da gelişim göstermiştir. Küçük bir köy iken kazanın merkez köyü, hatta kaza merkezi haline gelen bu yerleşimlerde, mimari anıtlardan bazıları zaman içinde ortadan kalkmış, bazıları ise genişletilen arsalar üzerine yeniden inşa edilmiştir. Bu nedenle, yeniden inşa edildikleri dönemin üslup özelliklerini yansıtmaktadırlar. Ülkemizin farklı yerlerinde pek bilinmeyen bu tür örneklere rastlamak mümkündür. Bu yapıların ortaya konulması ve tanıtılmasıyla, saray sanatı ile taşra sanatı arasındaki ilişkilerde ana çerçeve muhtemelen değişmeyecektir. Ancak, Osmanlı sanatı içinde bu yapıların sayıca az olmadıkları ve yerel sanatçılar tarafından yöresel kaynaklar kullanılarak inşa edildiklerinden dolayı farklı teknikler de ortaya konulabilecektir. Ayrıca, zamanla yapılan tamirlerin eser üzerindeki etkilerini görmek de mümkün olmaktadır.
Kütahya ve çevresi, Alaeddin Keykubat döneminde, 1233 yılında Türklerin eline üçüncü kez geçmiştir ve o tarihten bu yana Türk hakimiyetindedir. 1277’den itibaren Germiyanlıların elinde olan bu bölge, 1381 yılında birinci, 1429 yılında ise ikinci kez Osmanlılar tarafından ele geçirilmiştir. Şaphane, 16. yüzyılda köy olarak varlığını sürdürmüştür. 1296/1879 salnamesinde nahiye olduğu anlaşılan Şaphane’nin nüfusu 1388 kişi olup, tamamı Müslümandır. Adını aldığı şap madenini işleyen bir fabrikanın bulunduğu ilçenin ekonomisi büyük ölçüde tarım ve hayvancılığa dayanmaktadır. Yedi mahalleden oluşan ilçe merkezinin 2000 yılı sayımına göre nüfusu 5456 kişidir. 19.06.1987 tarih ve 3392 sayılı kanunla ilçe statüsüne yükseltilmiştir. İlçe merkezinin çevresi ormanlarla kaplıdır.
Bu makalede, yukarıda bahsedilen ilçeden bir örnek tanıtılarak sanat tarihi alanına katkıda bulunulması amaçlanmıştır. Binanın tarihçesi konusunda, yapının kıble tarafındaki taşıyıcılardan ortadakinin kuzey yüzündeki kitabede geçen isim ile yapının adı örtüşmemektedir. 0.40×0.58 m ölçülerindeki mermer kitabe 1114 H./1702 tarihlidir. Bu tarih, Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’ndeki Şaphane’ye ilişkin kayıtlarda yoktur. Ancak, adı geçen arşivdeki 02.12.1223 H./19 Ocak 1809 M. tarihli bir kayıtta Seyfullah Ağa (Seyfullah Çelebi) Camii adına rastlanılmaktadır. Ancak, bu tarih caminin özellikle süsleme üslubuyla örtüşmemektedir. Yapının üslubunun; doğu girişi ve mihrap nişinin yukarılarındaki hat örneklerinin panolarındaki 1310 H./1892 M. tarihiyle paralel olduğu gözlemlenmektedir. Yapıdaki mermer kitabe bir camiye aitse, o tarihte bu arsada bir caminin varlığı kabul edilebilir. Binanın adını aldığı Seyfullah Ağa ile verilen tarihte, bu kişi buradaki ilk camiyi tamir ettirmiş veya yerine yenisini yaptırmış olmalıdır. 1310 H./1892 M. tarihinde yapılan şimdiki caminin ise Seyfullah Ağa’dan dolayı bu isimle anıldığı tahmin edilmektedir. Cami, 1970 Gediz depreminde zemini bakımından bazı sıkıntılar yaşamış, sonrasında, demirlerle desteklenerek sağlamlaştırılmıştır. Harim girişi yukarısındaki kalem işi hat örneği panosundaki Arap rakamlarıyla 1973 tarihi, depremden sonra süslemelerde de bir takım yenilemelere gidildiğini göstermektedir. Yapılan yenilemenin, öncekine ne kadar sadık kalınarak gerçekleştirildiği tam olarak anlaşılamamıştır.
Şaphane’de arazinin zorlu oluşu caminin arsası ve inşasında kendini göstermektedir. Arsanın eğimi kuzey tarafta kesilerek elde edilen alana, düzgün olmayan dikdörtgen bir kapalı son cemaat yeri yapılmıştır. Bu kısım yanlardan, kıbleye doğru uzatılan duvarlarla devam ettirilmiş, duvarların arasında dükkânlara yer verilmiştir. Dükkânlardan itibaren kıble yönünde caminin zemini uzatılmıştır. Kuzeyden güneye devam eden düzlem, ahşap direklerle desteklenmiştir. Bu ahşap direkler 1970 depreminden sonra betonarme malzeme ile güçlendirilmiştir. Buradaki direklerin üzerine atılan hatıl ve döşemeler, yatay ve dikey olarak demir malzeme ile desteklenmiştir. Hatıl ve döşemelerin üzerine konulan tahtalarla caminin zemini oluşturulmuştur. Bu zeminin taban taşıyıcıları üzerine konulan kalın ahşap direklerle harimin üç yönden sınırları belirlenmiş, yine taban taşıyıcıları üzerine konulan ortadaki dört kalın direkle ana iskelet kurulmuş, harimin üstünde ahşaptan kırma çatı çakılmış ve kiremitle kaplanmıştır. Cami son cemaat yerinin güney, harimin kuzey duvarında muhtemelen taş malzeme kullanılmıştır. Arazinin eğimi ve duvarların kalın olması bunu düşündürmektedir. Harimin doğu, güney ve batı duvarları, ahşap direklerin arası 0.20 m kalınlığında olup çam ağacı kabukları konularak iki yandan sıvanması ile oluşturulmuştur. Duvarlardan doğu ve batıdakinde üçer alt ve bunların en kuzeydekilerin yukarısında birer üst, kıble duvarında ise dört pencere açılmıştır ki pencereler bulundukları cephelerde monotonluğun giderilmesine katkıda bulunmaktadır.
Caminin iki giriş kapısı bulunmaktadır. Bunlardan biri, doğrudan harime açılan kuzeybatı köşesindeki düz lentolu, iki kanatlı ahşap kapıdır. Diğeri ise kuzeydoğu köşedeki kapalı son cemaat yerine giriş sağlayan, daha anıtsal nitelikte basık kemerli ve yine iki kanatlı ahşap kapıdır . Bu girişlere, arsanın konumundan dolayı çok sayıda basamak içeren merdivenlerle ulaşılmaktadır. Kuzeybatıdaki girişin önüne batıya doğru uzanan dikdörtgen biçimli bir sundurma yapılırken, kuzeydoğudaki girişin önüne kare biçiminde iki sütunlu bir sundurma inşa edilmiştir. Doğu cephedeki kapının önündeki yuvarlak taş kaideli ahşap direkler sade başlıklara sahiptir. Direkleri birbirine bağlayan ahşap malzemenin köşeleri içbükey şekilde düzenlenmiş, bu sayede köşelerin sertliği azaltılmış ve karşılıklı bakan tarafları volütlerle sonlandırılmıştır. Ahşap tavan, çıtalarla hareketlendirilmiştir. Bu basık kemerli girişin yukarısında oval bir pencere bulunmaktadır.
Kapıdan girildiğinde, düzgün olmayan dikdörtgen biçimli son cemaat yerine ulaşılmaktadır. Bu alan doğuda, girişin yukarısındaki oval pencere yanında dikey dikdörtgen bir, kuzeyde yukarıda yatay dikdörtgen üç ve batı duvarında çok küçük bir pencere olmak üzere toplamda altı pencere ile aydınlatılmaktadır. Batı duvarının güney ucunda minare girişi yer almaktadır. Bu kısmın tavanı ahşaptır. Son cemaat yerinden harime iki giriş bulunmaktadır. Bunlardan minare girişine yakın olanı basit bir geçiş biçimindeyken, doğu girişine yakın olanı yuvarlak kemerlidir. Bu kapının iki kanatlı ahşap kanatları, kendi içinde farklı büyüklükte dikdörtgenlere ayrılmıştır. Harime girildiğinde, girişin önünde, merdivenleri girişlerin hemen yanında olan, ahşap direkler üzerine kurulmuş mahfil bulunmaktadır. Harim, kıbleye paralel dikdörtgen bir plana sahiptir. Mekân, içten, çapraz köşeler yönünde ve mihraba paralel çıtalarla oluşturulmuş farklı geometrik şekillere sahip ahşap tavanla örtülmüştür.
Çıtaların arası, geometrik şekilleri vurgulamak amacıyla farklı renkteki boyalarla boyanmıştır. İçeriden serbest olarak çatıyı destekleyen dört kalın direğin ortasında, direklerin oluşturduğu alandan daha küçük, basık bir yalancı kubbe bulunmaktadır. Ortasında altı köşeli yıldız bulunan kubbenin yüzeyi, kalem işiyle dilimlere ayrılmış, her bir dilim kendi içinde ama birbirinin aynı kıvrık dallı kalem işi süsleme ile bezenmiş, kalan yüzeyler farklı renklere boyanmıştır. Bu kubbenin mihrap tarafında, tavan kısmına, sekiz köşeli yıldız çevresinde gelişen geometrik şekillere sahip bir göbek konulmuştur. Harimin kuzey duvarı beyaz boya ile badanalanmıştır. Doğu ve batı duvarları, mahfil altındaki pencerelerden itibaren kıbleye doğru farklı boyutlardaki panolara ayrılmıştır. Kıble duvarı da aynı şekilde panolara ayrılarak süslenmiştir. Panoların sınırlarını duvarlardaki gömme direkler ve pencereler belirlemektedir. Harime doğrudan giriş sağlayan batıdaki kapının kıble tarafındaki pencerenin aynı yönünde ve mahfilin altında olmak üzere karşılıklı iki büyük “و” (vav) harfi yer almakta olup, dekoratif bir şekilde yazılmışlardır.
Duvara yarım gömülü direkten sonra, aynı pano içinde olmak üzere önce bir oturak saat, ardından bir ağaç ve küçük arazi parçası yer almıştır. Bunların yukarısında ise kenarı süslenmiş daire madalyon içinde, istifli olarak “Ya Hazret-i Bilâl-i Habeşî” yazısı bulunmaktadır. Pencerenin yukarısında, onun eninde tavana kadar devam eden alanda, barok karakterli kıvrık dallı bezeme mevcuttur. Kahverenginin egemen olduğu bu bezemenin çevresindeki boş sahanın renk düzeniyle oynandığı, ancak motife dokunulmadığı anlaşılmaktadır. Pencere ile duvara yarım gömülü ahşap direk arasındaki büyük alan tek pano biçiminde ele alınarak, alt köşelerdeki arazi parçalarının birbirine yakınlaşan uçlarında birer ağaç yerleştirilmiştir. Aralarındaki boşlukta duran ve üzerinde bıçak bulunan bir dilim karpuz resmedilmiştir. Ağaçların yukarısında “Kelime-i Tevhid” yazısı, bunun üstündeki yuvarlak madalyon içinde “İsrafil” yazısı bulunmaktadır.
Yarım gömülü direkle diğer pencere arasındaki panoda, alt kısımdaki arazinin yukarısında, boşlukta durur gibi tasvir edilmiş, içinde çiçekler olan, tabanı geniş, ayaklı ve çift kulplu bir vazo yer almaktadır. Bunun yukarısındaki yuvarlak madalyon içinde ise “Mikail” yazısı bulunmaktadır. Pencerenin yukarısındaki panoda görülen bezeme anlayışı birinciyle aynı olmakla birlikte burada yeşil ve tonları kullanılmıştır. Bu duvarın en güneydeki panosunun zeminine arazi parçası yerleştirildikten sonra pencere yanında yer çekimi kanununa aykırı şekilde bir karpuz ve bitkisi ile bunun biraz güneyinde toprak üzerinde canlı çiçek bulunmaktadır. Panonun yukarısında ise önceki benzerlerine uygun yuvarlak madalyon içinde “Cebrail” yazısı bulunmaktadır.
Yukarıda en son bahsedilen panonun yanında, mihrabın bulunduğu duvarın batı ucundaki pano, güneybatı köşesi ile pencere arasında yer almaktadır. Zemini diğer pano ile benzer şekilde düzenlenmiş olan bu panonun üst kısmında, zeminle bağlantısı olmayan ve içinden çiçekler çıkan çift kulplu bir vazo bulunmaktadır. Panonun en üstünde ise diğerleriyle aynı özelliklere sahip yuvarlak madalyon içinde “Azrail” yazısı yer almaktadır. Pencerenin üstündeki ve pencere genişliğinde olan panoda, mavi zemin üzerine kahverengi ile yapılmış kıvrık dallı bitkisel süslemeler görülmektedir. Panonun süsleme dışında kalan yüzeyi açık kahverengiyle boyanmıştır. Sonraki pano ise minberden dolayı sadece beyaz renkte yer almaktadır. Ahşap direkle mihrabın batısındaki pencere arasında yer alan panoda zemin oluşturulmuş ve büyük bir hurma ağacı resmedilmiştir; ağacın gövde rengi zeminde geniş yer kaplamaktadır. Dalları iki yana açılan ağacın üstünde “Allah” lafzı yazılmıştır.
Söz konusu pencerenin üstünde yine barok tarzı kıvrık dallı bitkisel süslemeler bulunmaktadır, ancak zemin ile motifler kahverengi ve tonlarının yoğunluğundan dolayı belirgin bir şekilde ayrılmamıştır. Pencere ile mihrap arasındaki panoda, zemin üzerinde ortada büyük, yanlarda küçük üç servi ağacı bulunmaktadır. Bu ağaçların üstünde küçük bir yazı kuşağı yer almaktadır. Mihrabın doğusundaki pano da benzer motiflerle süslenmiştir ve burada da bir yazı kuşağı bulunmaktadır. Pencerenin üstündeki alan, kahverengi ve tonlarının hakim olduğu, barok tarzı kıvrık dallı bitkisel süslemelerle donatılmıştır. Sonraki panoda, mihrabın batı yanındaki hurma ağacını taklit eden bir ağaç ve bunun üstünde “Muhammed” lafzı yer almaktadır. Duvara yarı gömülü direğin doğusundaki panoda, zemin oluşturulurken küçük bir tepe meydana getirilmiş ve üzerine tek kubbeli, iki minareli cami motifi yerleştirilmiştir. Ayrıca, panonun yanlarından camiye doğru küçük ağaç motifleri sıralanmıştır.
Yukarısındaki diğerlerine benzer yuvarlak madalyon içinde “Ebubekir” yazısı bulunmaktadır. Alışılmış düzen içinde pencerenin üstündeki barok tarzı kıvrık dallı süsleme bu kez mavi zemin üzerine kahverenginin tonlarıyla yapılmış, kalan boşluklar açık kahverengiyle doldurulmuş ve alt kısımda kısa ot görünümü oluşturulmuştur. Pencerenin köşe tarafındaki panoda belirlenmiş renk ve desenlerle arazi parçası oluşturulduktan sonra üzerine küçük yapraklı bir ağaç yerleştirilmiştir. Ağacın üstündeki yuvarlak madalyonda “Ömer” lafzı yazılmıştır. Doğu duvarının güney köşesinden başlayarak devam edersek, güneyden kuzeye doğru inen eğimli bir arazi oluşturulmuş ve bu eğim üzerine iki küçük servi ağacı yerleştirilmiştir. Bunların biraz üstünde, kayık şeklindeki yeşil boyanın üzerine, tabanı geniş tutulmuş ve içinde natüralist çiçekler bulunan çift kulplu bir vazo yerleştirilmiştir. Daha yukarıdaki yuvarlak madalyonun içinde “Osman” lafzı bulunmaktadır. Pencerenin üstündeki panoda, yeşil zemin üzerine kahverenginin tonlarıyla barok tarzı kıvrık dallı süsleme gerçekleştirilmiştir. Pencere ile duvara yarı gömülü direk arasındaki geniş panoda, köşelerde daha yüksek olacak şekilde arazi oluşturulmuş, güney köşesine kırılmış bir üzüm bağı ve arazinin ortasına yakın bir başka ağaç işlenmiştir.
Bunların üstünde “Kelime-i Tevhid”, daha üstte ise yuvarlak madalyon içinde “Ali” lafzı bulunmaktadır. Yarı gömülü direkle pencere arasında, tabanda arazi oluşturulduktan sonra ortada tek bir portakal ağacı resmedilmiştir. Bunun üstündeki yuvarlak madalyonda “Hasan” yazısı okunmaktadır. Pencerenin üstündeki panoda, koyu kahverengi üzerine açık kahverengiyle barok tarzı kıvrık dallı bitkisel süsleme yapılmıştır. Çevresindeki boşluklar açık kahverengiyle boyanmıştır. Pencereden kuzeye doğru olan son panonun güney tarafına arazi parçası yerleştirilmiş ve üzerine küçük bir üzüm bağı konulmuştur. Panonun ortalarına yeşile boyanmış kayık şeklinde ve yer çekimi kanununa aykırı olarak havada asılı gibi duran nesneye oturtulmuş, ayaklı ve çift kulplu vazonun içine çiçekler yerleştirilmiştir. Bunun kuzeyine ise karşısındakiyle simetrik olarak konumlandırılmış, ayaklı bir saat resmi çizilmiştir. Panonun yukarısında yine yuvarlak bir madalyon konulmuş ve içine “Hüseyin” lafzı yazılmıştır. Yalancı kubbenin içindeki süslemenin ayrıntısına bakıldığında, ortada, zemini kırmızı bir daire, uçları daireden dışarı taşmış altı köşeli bir yıldız ve bunun ortasında alçı veya ahşap, üzeri çizgilerle hareketlendirilmiş daha küçük kabartma bir daire bulunmaktadır. Yıldızın kollarının ucunda natüralist çiçekler yer almaktadır.
Çiçekler etrafında yuvarlaklaşan, daha sonra düzgün bir şekilde kubbe eteğine inerek orada tekrar yuvarlaklaşan ve yuvarlakların içinde yine natüralist çiçeklerin bulunduğu unsurlarla kubbe altı parçaya ayrılmıştır. Her bir parçanın zemini farklı renklerle boyanmış, yukarıdan aşağıya doğru, meydana getirilen alanın biçimine göre genişleyen, simetrikmiş gibi görünmekle birlikte aslında asimetrik olan kıvrık dallı süslemelerle donatılmıştır. Süslemelerin ortalarındaki boşluklara, yukarıdan sarkan kandiller yerleştirilmiş, bunların altında yer alan fasulye şeklindeki unsurların içine natüralist çiçeklerin bulunduğu süslemeler yapılmıştır.
Caminin mihrabı, yuvarlak bir girinti ile öne çıkmakta ve kavsara kemeri yarım daire şeklindedir. Nişin içinde, her iki yana açılan sarı renkli bir perde motifi bulunur. Ortada ise aşağıya sarkan bir kandil yer alır. Mihrabın iki yanında sütunceler yer alır ve bu sütunceler başlıksızdır. Bu sütuncelerden başlayan, uçları birbirine bakan barok karakterli “C” motifleri bulunur. Daha yukarıda, sırtları birbirine dönük “C” motifleri yer alır ve bu motiflerin oluşturduğu alan, yukarı doğru daralarak üstten bir tırnak işaretiyle sonlandırılmıştır. Plastik etkili olan bu unsurların hepsi alçıdan yapılmış olmalıdır. Şeklin alt kısmında dikdörtgen bir pano içinde bir ayet yazısı yer alır. Yazı çerçevesine yerleştirilen bir vazonun üzerindeki oval kartuşa “Maşallah” yazılmıştır. Bu bölüm tamamen yeşil renkle boyanmış olup kıvrık dallı bitkisel bezemelerle süslenmiştir. Bezemenin yapraklarından bazıları vazonun kulpu şeklindedir.
Mihrabın batısında, duvara gömülü bir direkle pencere arasındaki panoyu kapatacak şekilde ortalanmış bir ahşap minber yer alır. Minber, duvara yaslandığı yerde iki ayakla sekiye tutturulmuştur. Kapalı olan süpürgelik kısmıyla zemine temas eder. Süpürgeliğin üstündeki üçgen şekilli yan aynalık, altıgenlerin ağırlıklı olduğu geometrik süslemelere sahiptir. Bu süslemeler ajurlu görüntü vermekle birlikte aynalık kapalıdır. Korkuluklar da yüzeylerinde geometrik şekiller olmasına rağmen kapalıdır. Şerefenin üstünde sekizgen kasnaklı piramidal bir külah bulunur.
Caminin ortasında, yalancı kubbenin dört yanında serbest olarak duran ahşap direklerden güneydoğudakine bağlı olan kürsü de ahşaptır. Kürsünün tabanı, direğin taş kaidesine temas ederek oradan yukarıya doğru beş köşeli olarak genişler. Bu kaide aynı zamanda korkuluğun beş kenarlı olmasının zeminini hazırlar. Kapalı olan korkuluk kenarlarının dikdörtgen biçimindeki dış yüzlerinde oyma bitkisel süslemeler yer alır. Her kenarın alt ortasında lale şeklinde bir vazodan çıkan kıvrık dallı asimetrik bitkisel bezeme bulunur. Bu bezemelerden sadece kuzeye bakan sağlam kalmış, diğerlerinde kopmalar meydana gelmiştir. Kürsünün üst kısmı yatay profillerle sonlandırılmıştır.
Minarenin girişi, son cemaat yerinin güneybatı köşesindedir ve kare kaideli olduğu anlaşılmaktadır. Kaide ve pabuç kısmı kesme taşla inşa edilmiştir. Çevresindeki yapılaşma nedeniyle pabuç kısmının şekli görülememiştir. Tuğladan yapılmış silindirik gövdenin üstündeki kapalı korkuluklu şerefenin altlığı beş sıra kirpi şeklindedir. Petek de silindirik olup üzeri piramidal bir külahla kapatılmıştır.
Anadolu’nun şirin bir ilçesinde yer alan ve muhtemelen Osmanlı döneminde nahiye statüsündeyken inşa edilmiş olan Koca Seyfullah Camii, inşa tekniği ve malzemesiyle dikkat çeken bir yapıdır. Ana iskeleti ahşap malzemeyle oluşturulan ve duvarlarında ağaç gövdesi veya tahta kullanılan örnekler daha çok Karadeniz Bölgesi’nde görülmektedir. Bu caminin inşasında ahşap malzemenin kullanılması, Şaphane’nin ormanlarla iç içe olmasından kaynaklanmaktadır. Duvarlarda çam kabuklarının kullanılmış olması ise pratik zekânın bir göstergesi olarak değerlendirilebilir. Ancak bu malzemenin duvar olgusunda nasıl kullanıldığı görülemediği için herhangi bir açıklama yapılamamaktadır.
Caminin enine dikdörtgen planlı olması, Osmanlı mimarisinde sıklıkla uygulanan bir plan türünün tekrarını yansıtır. Mekanın ahşap örtülü olması da bu bağlamda değerlendirilmelidir. Harimin üst örtüsünün ortasındaki yalancı kubbe, sembolik bir anlam taşımaktadır. Benzer kubbe örnekleri yakın çevrede de görülmektedir ve kubbe içi bezemelerinde Batı sanatı motifleri ile natüralist çiçek motifleri bir arada kullanılmıştır.
Cami hariminin dışındaki duvar süslemeleri de Batı sanatı etkisiyle Osmanlı mimarisinde XVIII. yüzyılın ikinci yarısında görülen farklılaşma çerçevesinde değerlendirilmelidir. Duvar yüzeyleri panolara bölünmüştür ve bu panoların oluşturulmasında ahşap direklerin ve pencerelerin konumlarının etkili olduğu anlaşılmaktadır. Panoların içindeki resimler incelendiğinde, yüzeylerde büyük boşluklar bırakılması kompozisyonun iyi kurgulanamadığını gösterir. Ayrıca resimlerdeki zemin kurgulamasının birbirini tekrar etmesi, sanatçının henüz farklı zeminler oluşturacak birikimden yoksun olduğunu işaret eder.
Mihrabın doğusundaki mimari tasvirin derinlik kavramından yoksun olarak tek cepheli verilmesi de aynı şekilde değerlendirilebilir. Bu durum, bani ile sanatçının ülkenin farklı yerlerinde görülen örneklere benzer bir eser ortaya koymak istediklerini gösterir ancak sanatçının yerel olabileceğini düşündürür. Caminin mihrabındaki kalem işi bezemeler de oldukça eski olmayan bir boyama ile yapılmıştır. Nişteki perde motifi, Batı sanatı etkisiyle Osmanlı mihraplarında görülen bir motiftir.
Mihrabın yukarısındaki süslemeler üzerinde durulması gereken bir noktadır. Muhtemelen alçıdan yapılmış olan plastik “C” motifleri Batı sanatı etkisini yansıtır. Ancak bu motifler, Ege Bölgesi’ndeki mihraplarda görülen alçı bezemelere göre daha yalın ve farklılaşmıştır. Bu farklılaşmanın nedeni, incelenen caminin İç Ege’de bulunması ve sanatçısının yerel olabileceği ile açıklanabilir. Ahşap minber ve kürsünün de yerel sanatçılar tarafından yapılmış olması muhtemeldir. Kürsünün genel görünüşü Batı sanatı etkilerini yansıtırken, korkuluğundaki süslemelerin zarar görmüş olması üzücüdür. Minarenin konumu ve malzemesinde sıra dışı bir uygulama görülmemektedir. Yakın çevreden bir usta tarafından inşa edilmiş olabileceği düşünülmektedir.
Sonuç olarak, İç Ege’de bulunan Koca Seyfullah Camii, ahşap ana iskeleti ve bu iskeletin taşıyıcıları arasındaki duvarında çam kabuğu kullanılmış olmasıyla dikkat çeker. Caminin süslemeleri, bani ve sanatçı bağlamında bir halk sanatı ürünüdür. Batı sanatı etkilerinin görüldüğü bu eserde, bölgesel malzeme olarak alçının kullanılması da dikkat çekicidir. Dolayısıyla yapı, malzemesi, tekniği ve süsleme anlayışı bakımından geç dönem Osmanlı mimarisi
Kaynakça
Arel, Ayda 1998, “18. Yüzyıl İzmir Çevresinde Sanat Ortamı”, 18. Yüzyılda Osmanlı Kültür Ortamı Sempozyumu Bildirileri (20–21 Mart 1997), İstanbul, 11–13.